DPÜ’de Cumhuriyetimiz 97 Yaşında Paneli

Kütahya Dumlupınar Üniversitesi, Türkiye Cumhuriyetinin 97. kuruluş yıldönümü nedeniyle Rektör Prof. Dr. Kâzım Uysal’ın moderatörlüğünde Cumhuriyetimiz 97 Yaşında başlıklı panel düzenlendi.

Kütahya Dumlupınar Üniversitesinde ‘Cumhuriyetimiz 97 Yaşında’ Paneli düzenlendi.

Video konferans yöntemiyle gerçekleşen ve Rektörümüz Prof. Dr. Kâzım Uysal’ın moderatörlüğünü üstlendiği panele Güzel Sanatlar Fakültesi Dekanımız Prof. Dr. Levent Mercin, Lisansüstü Eğitim Enstitüsü müdürümüz Prof. Dr. Şahmurat Arık, Fen Edebiyat Fakültesi öğretim üyemiz Prof. Dr. Esra Sarıkoyuncu Değerli, Eğitim Fakültesi öğretim üyemiz Prof. Dr. Baykal Biçer, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi öğretim üyemiz Dr. Öğr. Üyesi Barış Adıbelli ve Güzel Sanatlar Fakültesi öğretim üyemiz Dr. Öğr. Üyesi Eren Evin Kılıçkaya da konuşmacı olarak katıldı.

Panelin açılış konuşmasını yapan Prof. Dr. Kâzım Uysal, "Cumhuriyetimizin 97. kuruluş yıl dönümünü hep birlikte idrak ediyoruz. Bizler, Türk milleti olarak tarih boyunca bu topraklarda hep vardık, var olmaya da azmettik. Var olabilmek için de en ideal yönetim sistemi cumhuriyettir. Ben bu vesileyle cumhuriyetimizin kurucusu Başkomutan Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşlarını, bu toprakları bize vatan yapan bütün şehitlerimizi ve gazilerimizi rahmet ve minnetle anıyorum" dedikten sonra panelde ilk sözü Prof. Dr. Esra Sarıkoyuncu Değerli’ye bıraktı.

DEĞERLİ:  ATATÜRK'ÜN CUMHURİYETİN İLELEBET YAŞAYACAĞI OLAN GÜVENİNDEN KAYNAKLANIYOR

Prof. Dr. Değerli, ‘97. Yıldönümünde Cumhuriyetimiz ve Türk Demokrasi Tarihi’ başlıklı konuşmasında şunları söyledi:

Cumhuriyetimizin 97. yılını büyük bir onur ve gurur ile kutluyoruz. Bu gurur ve onuru yaşatan Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü saygıyla anarak sözlerime başlamak istiyorum. Egemenliğin kaynağı konusunda iki görüş bulunmaktadır. Bunların ilkinde egemenliğin kaynağı Tanrı olarak görülür. Egemenliğin en üst otorite olmasını dini kurallarla izah eder. Bu görüşü ortaya ilk çıkışında egemenliğe sahip olanlar kendilerini ya Tanrı ya da Tanrı'nın oğlu olarak kabul ettirmişlerdir. İkinci görüş ise egemenliğin kaynağını toplumdan alır. Bir insan diğer bir insana tabi olmasını kabul etmez. Bu nedenle egemenlik topluma aittir ve demokrasi kavramıyla ifade edilir. Ayrıca demokrasi yasaların herkese eşit, adil ve tutarlı bir şekilde uygulanmasını gerektirir. Bir kişi, grup veya zümreye özel yasalar çıkartılamaz. Demokrasinin temel ilkelerinden biri de çoğunluğun yönetiminin kabul edilmesidir. Ancak demokratik toplumlarda çoğunluğun azınlığın haklarını koruması gerekir. Demokratik bir yönetimde bulunması gereken özelliklerden biri de yasama, yürütme ve yargının birbirinden bağımsız olarak yönetilmesidir. Bu duruma güçler ayrılığı ilkesi denilir. 

Konuşmamı Mustafa Kemal Atatürk'ün 1926 yılında söylediği "Benim naçiz vücudum elbet bir gün toprak olacaktır fakat Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır" sözüyle bitirmek istiyorum. Atatürk'ün Türkiye Cumhuriyetinin ilelebet yaşayacağına dair inancı bizlere olan güveninden kaynaklanmaktadır. Bu vesileyle Cumhuriyetimizin 97. yılını kutlarken başta Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere tüm şehit ve gazilerimizi bir kez daha rahmet, minnet ve şükranla anıyorum.    

BİÇER: EĞİTİMDE DEMOKRASİNİN YERLEŞMESİNDE ÖĞRETMENİN ROLÜ ÇOK ÖNEMLİ

Değerli’nin ardından söz alan Prof. Dr. Baykal Biçer, ‘Cumhuriyet Devri Eğitim Hayatında Demokratikleşme Çabaları’ başlıklı konuşmasında 1923’ten bugüne Milli Eğitim Bakanlığı bünyesinde yapılan uygulamaları, yasal düzenlemeleri ve hazırlanan raporların içeriklerini paylaştığı konuşmasında şöyle konuştu:

Demokrasiyi sadece kanunlarla bir ülkede yerleştirmek mümkün değil. Demokrasi kültürünü toplumda egemen kılmak yetişmekte olan bireyleri bilinçlendirmekle, başka bir deyişle eğitmekle mümkündür. Kişiliğin belirlenmesinde yaşamın ilk yıllarının büyük önemi olduğu konusunda bilim insanları hemfikirdir. Kişiliğe, kültüre ve anlayışa yönelik bir kavram olan demokrasiyi bir yaşam tarzı haline getirmek için çocukluk döneminde sağlam bir temelin atılması gerekir. Dolayısıyla çocuklara küçük yaşlardan itibaren demokrasi eğitiminin verilmesi büyük önem taşır. Bu eğitim ise, demokratik bir kültürün hâkim olduğu eğitim ortamını, demokratik eğitimciyi ve en önemlisi de demokratik bir aileyi gerektirmektedir.
Toplumdaki bireylerin demokrasiyi içselleştirebilmesi ancak demokrasiyi bir yaşam tarzı haline getirmesiyle olanaklıdır. Okulda eğitim öğretim faaliyetlerinin etkin olarak yürütüldüğü asıl yer sınıf ortamlarıdır. Bu bağlamda demokrasi eğitiminin verildiği, demokratik değerlerin kazandırıldığı ortam olarak sınıfların yapısı ve niteliği önem taşımaktadır. Öğrencilere bilimsel düşünme gücü, üretkenlik, sorumluluk bilinci, hoşgörülü olma, katılımcılık, karşı görüşte mantık arama gibi çok sayıda demokratik değerleri kazandırmak eğitim sisteminin, özellikle de öğretmenlerin her yönüyle demokratik olmasıyla mümkündür. Öğretmen, demokrasiyi ve demokrasinin gereklerini öğrencilerine ne kadar anlatırsa anlatsın, kendi davranışlarına demokratikliği yansıtmadığı sürece demokrasi eğitiminin hiçbir etkisinin olması beklenemez.

MERCİN: TÜRKLERDE MÜZECİLİK HUN DEVLETİNE KADAR DAYANMAKTADIR

‘Cumhuriyet Döneminde Müzecilik ve Müze Eğitimi’ konusunda katılımcıları bilgilendiren Prof. Dr. Levent Mercin şunları kaydetti:

Türkiye’de müzeciliğin temellerinin, koleksiyonculuğun bir müze olarak kabul edildiği zamanlarda bazı kıymetli eşyaların saraylarda saklandığı ve belirli yerlerde korunduğu, Asya Hun İmparatorluğuna kadar uzandığı söylenebilir. Cumhuriyet sonrası Türk müzeciliğinin ve müze eğitimi uygulamalarının, Cumhuriyet öncesine göre yeni bir yapılanma içerisine girdiği söylenebilir. 1923 yılında kurulan hükümet programında memleketin uygun merkezlerinde müzelerin kurulmasının öngörülmesi bunlardan biridir. 1924’te Bakanlar Kurulu kararıyla Topkapı Sarayı’nın müze olarak düzenlenmesi kararı alınmış ve düzenlenerek 1927’de halka açılmıştır. Bu uygulamalar sonrası müze eğitiminin de temellerinin atıldığı belirtilebilir. 
Cumhuriyetin kuruluşundan sonra yapılan en önemli girişimlerden biri de, müzelerde görev yapabilecek ilim adamı yetiştirmek üzere yurtdışına öğrenci gönderilmesidir. Mimarlığını Arif Hikmet Koyunoğlu’nun yaptığı, Cumhuriyet hükümetinin ilk resmi müze binası olan Ankara Etnografya Müzesi’nin temeli atılmış ve bina resmi olarak 1930 yılında halkın hizmetine sunulmuştur. Atatürk’ün emri ve girişimleriyle ülke genelinde müzeler kurulmaya başlanmıştır. Atatürk, Konya ziyareti esnasında eski eserlerin pervasızca tahrip edildiğini görünce, o zaman başvekil olan İsmet İnönü’ye telgraf çekmiş ve bu girişim ile anıtların tamiri, korunması ve tahkimi için gereken düzenlemelerin yapılmasını sağlamıştır.

2012 yılında milyonlarca ziyaretçisi bulunan popüler internet sitesi TripAdvisor'un yaptığı anketlere katılan ziyaretçiler, Türkiye'nin müzelerini mükemmel buldu. Daha önce ‘mükemmellik sertifikasıyla’ ödüllendirilen Gaziantep Zeugma Mozaik Müzesi'nin ardından, yapılan anketlerde en çok oyu alan Antalya Müzesi, Antalya Side Müzesi, Anadolu Medeniyetleri Müzesi ve Göreme Açık Hava Müzesi’ne de sertifika verildi. Türkiye, dünyadaki emsalleriyle yarışabilecek müze yapılarına kavuştu.

ADIBELLİ: TÜRK DIŞ POLTİKASININ TEMELİ 19 MAYIS 1919'DA ATILDI

Panelde ‘Cumhuriyet’ten Günümüze Türk Dış Politikası’ başlıklı bir konuşma yapan Dr. Öğr. Üyesi Barış Adıbelli, şu ifadeleri kullandı:

Cumhuriyetimizin 97. yılını kutluyor, Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşlarını rahmetle anıyorum. Türkiye'nin dış politikası cumhuriyetimizle yaşıttır. Türk dış politikasının başlangıç noktası Millî Mücadelemizin başlangıç noktasıyla aynıdır. Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün Samsun'a ayak basmasıyla aslında Türk dış politikasının serüveni de başlamıştır. Türk dış politikası köklerini Amasya Genelgesi, Erzurum Kongresi, Sivas Kongresi ve daha sonra da Misak-i Millî'den alacaktır. Türk dış politikası ilk etapta milli davanın, Millî Mücadelenin haklı ve meşru olduğunu tüm dünya devletlerine ve uluslararası kamuoyuna anlatma bağlamında dış politikayı kullanmıştır. Türkiye'nin başından bu yana dış politikada sorunları bulunmaktadır. Bunlar Türkiye'yi meşgul etmek için icat edilmiş bir takım sorunlardı. Kıbrıs sorunu, terörle mücadele ve sözde Ermeni soykırımı hala önümüzde.

Türkiye topraklarının %97'si Asya'da, %3'ü Avrupa'da olan bir ülke. Türkiye bulunduğu eşsiz coğrafi konumu itibariyle çok önemli bir pozisyonda. Ayrıca medeniyetlerin ve semavi dinlerin kavşak noktasında önemli bir yerde. Bugüne kadar yaşadığımız ve bugün dahi yaşadığımız sorunların arkasında Türkiye'nin jeopolitik konumu var. Türkiye başka ülkeler için ne politik ne de ekonomik bir tercihtir. Türkiye'nin göz ardı edilerek, yok sayılarak bir oyun kurgulamak, bir bölge egemenliği, bir dünya düzeni kurmak mümkün değildir.

ARIK: CUMHURİYET DÖNEMİ EDEBİYATIMINIZ EN ZENGİN DÖNEMİDİR

Prof. Dr. Şahmurat Arık, ‘Cumhuriyet Devri Türk Edebiyatında Edebî Topluluklar’ başlığını taşıyan konuşmasında katılımcıları şu sözlerle bilgilendirdi:

Cumhuriyet dönemi edebiyat tarihimizin topluluklar ve çeşitli edebi oluşumlar açısından en zengin dönemidir. Eskiye karşı çıkışlar ya da sahip çıkışlar ekseninde devam eden tartışmalar neticesinde aynı edebi anlayışı benimseyenlerin meydana getirdikleri oluşumları inceleyen bu çalışmanın amacı var olan toplulukların edebi görüşlerinin tarafsız bir zeminde anlaşılmasıdır.
Türk dili ve edebiyatının tarihî geçmişi, Türk milletinin tarih sahnesinde görüldüğü günlere kadar geri gider ve yüzyıllardır değişik coğrafyalarda değişik dil ve lehçelerde gelişerek içinde yaşadığımız zaman sürecine kadar uzanır. Türk edebiyatı, Türk tarihindeki siyasî ve dinî vb. pek çok tesire açık ve onlarla hemhâl bir biçimde gerek nazım ve gerekse nesir türlerinde sayısız eserler veren şahsiyetlerle doludur. Türk edebiyatında mazi ile hâli birbirine bağlayan sanat ve edebiyat eserleri tarihî bir miras olarak yerlerini alırken, bu eserler ve onları kaleme alan şahsiyetler edebiyat tarihçileri ve uzmanlarca çeşitli çalışmalara konu edilmiştir. Batı Tesirinde Gelişen Türk Edebiyatı’nın Tanzimat, Servet-i Fünûn, Fecr-i Âtî ve Millî Edebiyat devirlerinin ardından gelen evresi ise Cumhuriyet Devri Türk Edebiyatı’dır. Cumhuriyet devri her sahada olduğu gibi sanat ve edebiyat alanında da büyük yenilik, zenginlik ve çeşitlilik gösterir. Cumhuriyet Devri Türk Edebiyatı, Türk edebiyatının Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan itibaren günümüze kadar gelişen en son evresidir. Şiir, hikâye, roman, tiyatro, eleştiri ve deneme vb. edebî türleriyle bir bütün olarak bu edebiyat, edebiyat tarihçileri ve incelemecileri tarafından değişik kıstaslardan hareket edilerek kendi içerisinde bazı ayrımlara tabi tutulmuş ve ona göre incelenmiştir. Cumhuriyet’in ilanı kuşkusuz uzun bir tarihî geçmişi olan Türk milleti için yeni bir başlangıç noktasıdır. 

Bu devir edebiyatı ve şiiri, bazı duyarlılıkların vurgulu, bazılarının silik takdimi biçiminde değil, bizi biz yapan değerlerin ne olduğuna artık karar vererek ve maziyle hesaplaşmadan vazgeçilip onunla barışarak kendimize özgü bakış açımızla bir bütün olarak sunulmalıdır. Başkalarının dünya görüşü, sanat, kültür, edebiyat ve şiir anlayışı benimsenerek, kendi dünya görüşümüz, sanat, kültür, edebiyat ve şiir anlayışımız reddedilerek Türk milletinin tümünün sesi olan bir şiir oluşturulamaz. Şiirimiz dahil diğer edebî türleri de kapsayacak şekilde edebiyatımızın bir felsefesi ve teorisi ortaya konmalıdır. Bugün kendi kültür ve edebiyatını bütün yönleriyle ortaya koyup takdim etmeyenler, takdim edilen başka kültür ve edebiyatlar karşısında mukavemet gösteremeyerek çok geçmeden topyekûn bir asimileye uğrayacaktır. Bu problemin çözümünde edebiyat araştırmacıları ve eleştirmenlerine son derece büyük görevler düşmektedir. Unutulmamalıdır ki, her ağaç kendi özsuyu ile beslenir.

KILIÇKAYA TÜRK SİYASİ HAYATINI AFİŞLERLE ANLATTI

Panelde son sözü alan Dr. Öğr. Üyesi Eren Evin Kılıçkaya, ‘Cumhuriyet’in İlânının Türkiye’deki Politik Afiş Tasarımlarına Etkisi ve 1940-1980 Dönemi Seçim Afişlerinin İncelenmesi’ adlı çalışmasında bahsi geçen 40 yıllık dönemde siyasi partilerin seçimlerde kullandıkları afişleri örneklerle göstererek Türk siyasi hayatının bu afişlere yansımalarını o dönem yaşanan gelişmelerle anlattı.

Kılıçkaya’nın sunumunun ardından panelin kapanış konuşması için yeniden söz alan Prof. Dr. Kâzım Uysal, "Lisansüstü Eğitim Enstitüsünü bu panel için tebrik ediyorum. Cumhuriyeti devam ettirecek ilelebet yaşatacak olan bizleriz ve inşallah gelecek kuşaklardır. Onlara cumhuriyetimizin kazanımlarını anlatmak bizim görevimizdir. Görevimizi en iyi şekilde yapmaya ant içtik. Bu azim, bu azim, bu gayret oldukça bu millette Allah'ın izniyle cumhuriyetimiz ilelebet payidar olacaktır. Biz 'Yaşasın Cumhuriyet' diyoruz. Çünkü bu milletin dokusuna, yapısına, kültürüne en uygun yönetim şeklinin cumhuriyet olduğuna inanıyoruz. Hepinize teşekkür ediyorum” sözleriyle paneli sonlandırdı.

Haberi Paylaş

Basın Yayın Halkla İlişkiler - 29 Ekim 2020, Perşembe / 989 defa okundu.

Etiketler : dpü, kütahya, dpü hisarcık meslek yüksekokulu,

Bu Kategorideki Diğer Haberler