101. Yıldönümünde Çanakkale Zaferinin Düşündürdükleri

Üniversitemiz tarafından düzenlenen konuşmacı olarak Tarih Bölümü Öğretim Üyemiz Prof. Dr. Esra Sarıkoyuncu’nun katıldığı 18 Mart Şehitler Günü Konferansı düzenlendi. Düzenlenen etkinliğe Ahmet Yakupoğlu Güzel Sanatlar Lisesi Müzik Bölümü öğrencileri müzik dinletisi ile katkıda bulundu. Gerçekleşen etkinliğe katılım yoğundu.

Konferansta konuşan Prof. Dr. Esra Sarıkoyuncu şunları söyledi: “Tarih 18 Mart 1915… Çanakkale Boğazı geçilirse, bütün İslam âleminin ümidi ve kalesi olan dünya incisi şehir İstanbul düşecek, böylece İtilaf kuvvetlerine Rusya’ya giden yol açılmış olacaktır. Bu kadar da değil, bu şekilde Süveyş Kanalı ve Hint Yolu üzerindeki bütün engeller bertaraf edilecek, Endonezya’dan Cebelitarık Boğazına kadar uzayan çok geniş bir coğrafya üzerindeki Müslüman halkın ümidi kırılmış olacaktı.

Ezan seslerinin yerini çan sesleri alacaktı. Çanakkale’de yaşamak isteyen bir irade ile, insanı köleleştirmek isteyen bir kin çarpıştı. Çanakkale savunması, hakkın kaba kuvvete, vatan, millet ve bayrak sevgisinin emperyalizme, bağımsız yaşamaya inanmışların bozgunculara karşı verdikleri mücadeledir. Çanakkale savunması, imanın, idealin, cesaretin; fenne, çeliğe, yumruğa, silaha karşı koyuşudur. Karadan, denizden, havadan, teknolojinin her türlü vasıtaları ile hücum eden düşmana, Türkler göğüsleri ile karşılık vermişlerdir.

İngiliz’in mağrur alnı Seddülbahir kayalıklarına çarparak eğildi. İngiliz’in yenilmez donanması, 215 okkalık mermiyi taşıyarak namluya süren Ahmet oğlu Seyyit çavuşların azmi ile ezildi. Çanakkale savunması ile sadece Türkün gururu kurtarılmadı. Kurtulan bütün ezilenlerin gururudur. İslam âleminin öne eğilen alını bu zaferle ışıklandı. Çanakkale savunması, aynı zamanda Türk milleti için bir destandır. Bu destanın heyecanı ve şevki içinde Türk Milleti Kurtuluş Savaşına katıldı. Faruk Nafiz Çamlıbel’in ifadesiyle Çanakkale, “… Mustafa Kemal’in milletle yüz yüze ilk görüştüğü yerdir…” Türk Milleti Çanakkale’de Arıburnu ve Anafartalar Savaşları ile Mustafa Kemal’i tanımıştır. Tabii Mustafa Kemal de ulusunu orada tanımıştır. Onun içindir ki, Milli Mücadele’de Mustafa Kemal Paşa, “Ya İstiklal ya ölüm” parolası ile Türk Milletinin başına geçmiştir.

Çanakkale savunması, milli hayatımız için mucizevi bir kaynaktır. Çanakkale tabyalarında Anadolu’nun doğulusu, batılısı, güneylisi, kuzeylisi İstanbullu aydınlarla aynı idealler için vuruştular. Çanakkale vadilerinde aynı ideal için savaşanlar birlikte yan yana, koyun koyuna ebedi bir uykuya daldılar.”

Bu duygu ve düşünceler içerisinde Çanakkale Zaferi’nin 101. Yıldönümünü kutlarken, bu zafer aynı zamanda bizleri bazı hususlarda düşünmeye sevk etmektedir diyen Prof. Dr. Esra Sarıkoyuncu sözlerini şöyle sürdürdü: “Her şeyden önce Çanakkale Savunması ve kazanılan zafer sorumlu tarihçilik anlayışıyla ele alınmalıdır. İkinci olarak, milletçe yaşadığımız şu günlerde Çanakkale ile ilgili yapmamız gereken görevler var mıdır? Varsa bunlar nelerdir? Bunlardan birincisi “aslında yalnızca Çanakkale ile alakalı olmayıp bütün Türk tarihinin meselesidir. Kabul etmek lazımdır ki, yakın zamana kadar metot olarak tarihimizde “övünme” veya “dövünme” yolu seçilmiştir. Hâlbuki milli menfaatler geçmişimize sorumluluk duygusu içerisinde bakmamızı gerektirir. Günümüzdeki modern tarih anlayışı da “hissiliğin” tamamen dışında “bilimsellik” ve “sorumluluk” anlayışına dayanır. Tarih, vatan çocuklarına her safhasını okudukça “Ben niye bu haldeyim?” sorusunu sordurtmalı ve onu çok daha gayretli ve daha ciddi olmaya götürmelidir.

Çanakkale muharebelerini değerlendirirken Türkün dünya tarihinde nadir görülen bir kahramanlık sergilediği muhakkak belirtilecektir. İngilizlerin ve Fransızların tarihlerinde ilk kez “Türklerin karşısında perişanlığı ve ezikliği tattığı” hususu, üzerine basa basa vurgulanacaktır. Doğrusu da budur. Ama bunun yanında bu kadar önemli bir zaferden sonra, barış masasında İtilaf Devletleriyle karşılıklı hesaplaşmada zaferin karşılığını ne derecede alabildik? Neden tekrar bir Milli Mücadeleye girmek durumunda kaldık? diye kendimize sormayı ve cevaplar bulmaya çalışmayı bilmeliyiz. 250 binin üzerinde şehit verdik. İstanbul’u işgal ettirmedik. Fakat daha aradan üç yıl bile geçmeden İtilaf donanmaları elini kolunu sallayarak boğazı geçip, İstanbul’a geldi. Toplarının namlularını şehire ve Topkapıya çevirdi. Az değil 250 binin üzerindeki şehit ruhu bu manzaraya nasıl dayanır? Hiç tasavvur edebildik mi? Bu arada, 12.861 şehitle İstiklal Harbini kazanarak, yeni bir devlet kurduğumuzu da burada hatırlamalıyız.

Öte yandan, 18 Mart Deniz Zaferinin kazanılmasından sonra, İtilaf Devletlerinin Çanakkale’ye yapabileceği muhtemel bir çıkartma harekatına karşı 24 Mart 1915’te 5. Ordu kurulmuş ve komutanlığına da Alman General Liman Van Sanders getirilmiştir. Ayrıca Çanakkale Savaşının Seddülbahir, Arıburnu-Anafartalar, Kumkale gibi çeşitli cephelerinde 20’nin üzerinde Alman subayı Türk askerini komuta etmiştir. Çanakkale’de 500’ü geçmeyen asker ve sivil görevlendiren Almanya’nın bir generaline, Osmanlı 5. Ordusu neden teslim edilmiştir? Yine ordusunun başına Alman subayları[1] getirmekte mahsur görmeyen Türk Erkan-ı Harbiyesi ve özellikle 5. Ordu Komutanı Liman Van Sanders, bir damla Türk kanının az akması için ne gibi gayret sarf etmiştir? Almanya gerçekten bir müttefik gibi hareket etmiş midir? Burada üzülerek belirtmeliyiz ki;  Liman Van Sanders Paşa’nın emriyle yapılan 19 Mayıs gecesi taarruzunda sadece bir gecede, tam 9000 Mehmetçik şehit olmuştur. Sanders Paşa’nın düşman kuvvetlerinin Saroz Körfezi’nden çıkarma yapacaklarına dair yanlış öngörüsü daha ne kadar Türk kanının akmasına sebebiyet vermiştir? Onun bu öngörüsüne karşı çıkan Esat ve Cevat Paşalarla, Yarbay Mustafa Kemal’in görüşleri neden dikkate alınmamıştır? Yarbay Mustafa Kemal, niçin inisiyatif kullanmak zorunda kalmıştır? Onun bu davranışı savaşın sonucunu nasıl etkilemiştir? Esat, Cevat Paşalarla, diğer komutanların hizmetleriyle birlikte, Enver Paşa’nın Çanakkale Savaşındaki rolü tam olarak ortaya konulmuş mudur?

Ayrıca savaş esnasında Türk istihbaratı ne durumda idi? Örneğin İngiliz ve Fransız kuvvetleri içinde yer alan Müslüman askerler arasında casusluk faaliyetleri yapıldı mı? Bu arada daha önemlisi Çanakkale sadece madde ile mi kazanılmıştır? Bu zaferde maneviyatın hiç etkisi olmamış mıdır? Olduysa ne ölçüde olmuştur. Bu sorular daha da arttırılabilir.

Neticesi bakımından Çanakkale Zaferini değerlendirirken bu ve diğer sorulacak soruları göz ardı edemeyiz. 250 binin üzerindeki şehit fevkalade büyük bir rakamdır. Bunun 10 binden fazlası yüksek tahsilli, 70 bin kadarı rüştiye mezunudur. Bu durum da göz önüne alındığında meselenin boyutları daha da önem kazanmaktadır. Öncelikle bu soruların yanıtlanması gerekir. Eğer bu sorular ve sorulacak başka sorular doğru olarak yanıtlanırsa, askeri yönden Çanakkale’yi objektif olarak değerlendirmiş oluruz. Ayrıca, o zaman Tarih gelecek için iyi bir ders olur. Değilse sıradan bir hikayeden öteye geçmez.”

Çanakkale’nin sorumlu tarihçilik anlayışıyla ele alınması gereğini vurgulayan Prof. Dr. Esra Sarıkoyuncu konuşmasının devamında yapılması gerekenleri şu şekilde açıkladı: “Türk Milleti olarak Çanakkale konusunda şimdiye değin ihmal edilmiş, yerine getirilmemiş pek çok görevlerimiz vardır. Biz bu vazifelerimizi icra ettiğimiz oranda gerçek manada zaferi idrak etmeye, kutlamaya hakkımız olacaktır. Şehitlerimizin ruhu ancak o zaman huzura kavuşacaktır.

Anlattığımız sorumlu tarihçilik anlayışıyla Çanakkale Muharebeleri ve sonuçları siyasi, askeri, sosyal ve ekonomik açılardan bir bütün olarak ele alınıp milli tarih bakış açısı içinde yeniden yazılmalıdır. Bu şekilde bir tarihin tespitinde tarihçi, sosyolog, askeri tarih uzmanı birlikte çalışacaktır. Böylece Çanakkale savunmasındaki insan tipini, hangi iman yoğurmuş, hangi değer hükümleri birbirine perçinlemiş ve hangi müstesna güzellikler ona ruh, iman aşılamış ve istiklal aşkı kazandırmış olduğu ortaya çıkacaktır.
Bugün Çanakkale Zaferinin 101. Yıldönümünü kutluyoruz. Ama ne yazık ki hala şehitlerimizin isimlerini bilmiyoruz. Bırakınız isimlerini sayı olarak bile tam tespiti yapılmış değildir. Rakamlar, muhtelif kaynaklara göre farklı farklıdır. Vatanı için, toprağa düşmüş insanına, şehidine sahip çıkmayan bir milletin istikbale güvenle bakması acaba mümkün müdür? Hâlbuki bu konuda yapabileceğimiz çok şey vardır. Öncelikle üniversitelere bu alanda büyük sorumluluk düşüyor. Yüksek Lisans ve doktora çalışmalarında bu konulara yönlendirme olursa, zannediyoruz önemli mesafeler alınacaktır.
İl, ilçe, kasaba ve köy bazında şehit olanların isimlerini tespit ettikten sonra, isimleri yazılı abideler hazırlanmalı ve bunlar o beldede uygun yerlere dikilmelidir. Bu dile getirilen husus sadece Çanakkale şehitlerimizle sınırlı olmamalıdır.” Balkan, I. Dünya, Milli Mücadele, Kore, Kıbrıs ve Güney Anadolu’da şehit olanları da içine almalıdır. Hatta bu topraklar için daha önce şehit olanları da … Milli bayramlarımızı bu şekilde yaptığımız şehitliklerde kutlamalıyız. Bunu tarihimizin devamlılığı ve ulusal heyecanın yeni nesillere aktarılması bakımından fevkalade önemli ve gerekli bir icraat olarak görmekteyiz. Aranızda Avrupa ülkelerini gidip görenler vardır. Hatırlayacaklardır, her kilise giriş kapısının sağında ve solunda I ve II Dünya Savaşında Ölenler” şeklinde mermer plaketler üzerine bu kişilerin adları yazılıdır. Örneğin Londra’ya gidenler görmüşlerdir ki, emperyalist emelleri için binlerce km. uzaktan gelip, Çanakkale’de çarpışırken ölen askerleri için İngilizler, Hyde Park’a isimleri yazılı abideler dikmişlerdir. O halde gözünü kırpmadan Atatürk’ün ifadesi ile hiç ufak bir fütur bile göstermeden bu vatanı için canını seve seve veren şehitlerimize karşı bu noktada bizim vazifelerimiz vardır. Savaş yıllarındaki Anadolu’nun nüfusunu şehit sayısına böldüğümüzde aşağı-yukarı 40-50 kişide bir kişinin şehit olduğu anlaşılır. Bir başka ifadeyle diyebiliriz ki, hemen her sülaleden en az bir şehit verilmiştir.” Sadece benim anne ve baba sülalemde on kişi Çanakkale’de şehit olduğunu biliyorum.
Bir diğer eksiklik de konuyla ilgili film yapımına önem verilmemesidir. Bununla birlikte günümüzde az sayıda da olsa, Çanakkale Savaşları ile ilgili filmlerin çevrilmeye başlanması sevindirici bir gelişmedir. Ancak bu filmler yeterli değildir. Bilim adamlarından da yararlanılarak, devletimizin desteği ile yüzlerce film yapılmalıdır. Milli tarih şuurunun verilmesi açısından özellikle çocuklarımız için çok yararlı olacaktır.”

Haberi Paylaş

Basın Yayın Halkla İlişkiler - 22 Mart 2016, Salı / 2671 defa okundu.

Etiketler : dpü,

Bu Kategorideki Diğer Haberler